Öğretmen Varken, Öğrenci Neden Öğretmensiz?

/ /

 Eğitim manzarasına emekli bir öğretmen gözüyle baktığımda, çarpıcı bir çelişkiyle karşılaşıyorum: Bir yanda diplomaları ellerinde atama bekleyen yüz binlerce genç öğretmen var, öte yanda on binlerce okulda öğretmen açığı… Kimi öğrenciler bir yıl boyunca matematik ya da İngilizce öğretmeni göremeden mezun oluyor; kimi köy okullarında ise farklı branşlarda ders alması gereken çocuklara, ücretli ve çoğu zaman alan dışı kişiler ders veriyor. İşte tam bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: “Öğretmen varken, öğrenci neden öğretmensiz?”

Bu sorunun cevabı, sistemin uyumsuzluğunu rahatsız edici bir biçimde ortaya koyuyor. Tıpkı Sokrates’in “at sineği” benzetmesinde olduğu gibi, yerleşmiş sessizlikleri bozup uyandırıcı sorular sormak zorundayız:

  • Neden her yıl binlerce öğretmen mezun edilirken, bu mezunlar sistemin dışında bırakılıyor?
  • Neden ihtiyaç duyulan alanlara planlı ve gerçekçi biçimde öğretmen yetiştirilmiyor?
  • Neden kamu kaynaklarıyla yetiştirilen nitelikli gençler, KPSS barajlarında bekletiliyor?
  • Neden köy öğretmenleri köylerinde ikamet etmiyor?

Bu tablo, bireysel mağduriyetlerin değil, yapısal bir plansızlığın ve popülist eğitim politikalarının sonucudur. Eğitim fakülteleri, mezun sayısını gerçek ihtiyaçlara göre değil, üniversite kontenjanlarını doldurma kaygısıyla belirliyor. Bakanlık ise atama politikalarını, ihtiyaçtan çok bütçe kısıtlarına göre düzenliyor. Sonuçta “atanamayan öğretmenler” sayısı her yıl artarken, eğitimde kalite tartışmaları gölgede kalıyor; sistem çözüm değil, istatistik üretmeye devam ediyor.

Oysa mesele sadece bireysel bir kayıp değil, aynı zamanda kamusal bir israftır. Devlet eliyle yetiştirilen ve yıllarca sınavlara hazırlanan öğretmenlerin sisteme dâhil edilememesi, kişisel hayal kırıklığı değil; toplumsal ve ekonomik açıdan büyük bir kayıptır.

Bu krizi aşmak için öncelikle eğitim planlamasının arz ve talep dengesiyle yönetilmesi gerekir.

  • MEB ile YÖK arasında koordinasyon sağlanmalı, hangi branşlarda ne kadar öğretmen ihtiyacı olduğu bilimsel verilerle belirlenmeli ve üniversite kontenjanları buna göre düzenlenmelidir.
  • Uzun vadeli projeksiyon yapılmalı; önümüzdeki 15–20 yıl için öğretmen ihtiyacı planlanmalı ve kontenjanlar bu perspektifle şekillendirilmelidir.
  • Atama süreçleri çeşitlendirilmeli, yalnızca KPSS değil mesleki yetkinlik, öğretme becerisi ve staj performansı gibi ölçütleri içeren bütüncül bir sistem uygulanmalıdır.
  • Kırsalda öğretmen tutundurmak için teşvikler geliştirilmelidir. Ekonomik destek, lojman imkânı ve bölgeye özgü sosyal avantajlarla öğretmenlerin köylerde kalıcı olması sağlanmalıdır.
  • Ücretli öğretmenlik uygulaması sona erdirilmelidir. Çünkü öğretmenlik, asli bir kamu hizmetidir; geçici çözümlerle yürütülemez.

              Bugün atama bekleyen bir öğretmen yalnızca iş değil, aynı zamanda varlığının tanınmasını istemektedir. O diploma, sadece bireysel bir umut değil; öğrencilerine dokunacağı binlerce hayatın kapısıdır. Bu nedenle şu soruyu yüksek sesle sormalıyız: “Neden binlerce öğretmeni yetiştiriyoruz ama atamıyoruz? Neden çocuklarımız öğretmensiz kalıyor?”

Bu mesele bir istihdam değil, aynı zamanda bir vizyon, planlama ve irade meselesidir. Öğretmeni sistemin dışında bırakan bir ülke, aslında kendi geleceğini dışarıda bırakmaktadır. Bu yüzden biz eğitimciler, rahatsız etmeye, ses vermeye ve doğruları göstermeye devam etmeliyiz. Çünkü eğitim bir milletin kaderiyse, öğretmen onun yol haritasıdır.