Unutulan Değerin Sessiz Çığlığı

/ /

            Bir zamanlar köyde bir çocuğun adı konmadan önce, ilk sorulan şey şuydu: “Bu çocuğun öğretmeni kim olacak?” Çünkü öğretmen, bilgi aktaran bir kişi değil; hayatı yoğuran, yol gösteren bir rehberdi. Saygı, sadece mesleğin adında değil; toplumun yüreğinde vardı. Bugünse bu güçlü meslek algısı ellerimizin arasından kayıp gidiyor. Öğretmen, toplumun gözünde giderek “devlet memuru” statüsüne indirgeniyor; mesleki otoritesi, karar alma gücü ve itibarı sorgulanıyor.

                 Peki, ne oldu da öğretmenliğin saygınlığı bu kadar aşındı? Bugün öğretmenler sadece sınıf içinde değil, toplumun genelinde de görünmez hale geliyor. Karar süreçlerine dâhil edilmiyor, kendi alanlarında söz sahibi olamıyorlar. Öğrenci, veli, öğretmen ilişkisinde saygı dengesi bozulmuş durumda: Veli, öğretmene hesap soran bir denetçiye; öğrenci ise öğretmeni tüketici gözüyle değerlendiren bir müşteriye dönüşmüş halde. Medyada, sosyal platformlarda ya da günlük yaşamda öğretmene yönelik olumsuz söylemler çoğaldıkça bu algı toplumun her kesimine sirayet ediyor

                         En acı olanıysa, bu erimeye karşı kabullenilmiş bir sessizliktir. Sanki herkes bu duruma alışmış gibi… Oysa tam da bu noktada Sokrates’in “at sineği” uyarısını hatırlamak gerekiyor. Uyuşmuş yapıyı rahatsız etmeden, bu sessiz çürümeyi görünür kılamayız. Biz eğitimciler, uyarıcı sesler olmak zorundayız. Çünkü öğretmenin saygınlığı bir meslek meselesi değil; aynı zamanda toplumsal bir bilinç meselesidir.

                       Eğitimin niteliğini artırmak ve öğretmenliğin itibarını yeniden inşa etmek istiyorsak, öncelikle öğretmeni bir uygulayıcı değil, aynı zamanda eğitim politikalarının öznesi olarak kabul etmeliyiz. Öğretmenlerin karar alma süreçlerine katılması hem onların motivasyonunu güçlendirir hem de sahadaki deneyimlerin sisteme taşınmasını sağlar. Öğretmenlerin geliştirdiği projeler Millî Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınmalı ve çözüm odaklı projeler hayata geçirilmelidir. Bakanlık düzeyinden yerel yönetimlere, okul idarelerinden veli toplantılarına kadar öğretmenin sesi duyulmalı; görüşleri sistematik biçimde alınmalı ve uygulamaya yansıtılmalıdır.

                            Bunun yanı sıra, toplumun öğretmen algısını dönüştürecek uzun soluklu kamu kampanyalarına ihtiyaç vardır. Bu kampanyalar yalnızca 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde birkaç mesajla sınırlı kalmamalı; yıl boyunca televizyon, sosyal medya ve kamusal alanlarda öğretmenliğin değerini vurgulayan içeriklerle devam etmelidir. Öğretmenler için eğitim ve dinlenme kampları düzenlenmeli, özel avantajlar sunan mağazalar kurulmalı; uçak ve ulaşım biletlerinde indirim sağlanmalı, toplu taşıma araçlarında ücretsiz kullanım hakkı verilmelidir.

                                    Öğretmeni sadece alkışlamak yetmez, onu korumak da gerekir. Dijital mecralarda öğretmenlere yönelik hakaret, tehdit ve itibarsızlaştırıcı içeriklere karşı hukuki yaptırımlar net ve caydırıcı olmalıdır. Bu bireysel hakların korunması değil, mesleğin toplumsal prestijinin savunulması anlamına gelir. Okulların kültürel ikliminde de öğretmenin rolü yeniden tanımlanmalı; öğretmen, rehberlik eden, liderlik yapan ve topluma yön veren bir birey olarak görülmelidir.

                              Elbette bütün bunlar, öğretmenin mesleki gelişimi desteklenmeden eksik kalır. Bilimsel yayınlar yapan, projelerde yer alan, akademik kongrelere katılan öğretmenler görünür kılınmalı ve teşvik edilmelidir. Yüksek lisans ve doktora yapan öğretmenlere hem maddi hem de manevi destek verilmelidir. Çünkü bilgiyle beslenen, entelektüel açıdan zenginleşen bir öğretmen, doğal olarak toplumsal itibarı da beraberinde getirir.

                              Öğretmenlik bir toplumun kendisine tuttuğu aynadır. Saygınlığını kaybetmiş bir öğretmenlik, eğitim sisteminin temellerini zayıflatır. Her çocuğun kaderi bir öğretmenin vicdanına emanettir. O vicdanı ne kadar korur, destekler ve yüceltirsek; geleceğimizi de o ölçüde güvence altına alırız. At sineği olmak bazen rahatsız edici bir çabadır; fakat bu rahatsızlık çoğu zaman uyanışın ta kendisidir. Çünkü bir toplumun öğretmene verdiği değer, aslında kendi geleceğine verdiği değerin aynasıdır.